26 Temmuz 2014 Cumartesi

Su Denilince Susamak mı Susmak mı?

Fosil yakıtların yakılması, bilinçsiz sanayileşme, hızlı şehirleşme ve ormanların tahribatıyla; atmosfere salınan sera gazlarıyla birlikte gücüne güç katarak etkilerini gösteriyor küresel ısınma. Yaşanan iklim değişiklikleri, yağışların azalması ve bilinçsiz su tüketimi ile hayatımızın bir parçası, büyük bir sorunu olma yolunda hızlıca ilerleyip, kendini fark ettiriyor.
Hiçbir veriye bakılmadan da kolaylıkla görülebilecek bu etkilerden sonra herkes kendini olası felaket senaryolarına inandırmaya koyuluyor. Kafa karıştıran birçok soruyla baş başa kalıyor insanlar.
Aylardır mevsim normallerinin kah altında kah üstünde seyreden hava sıcaklıkları, yıllar öncesinde uzmanların anlattığı felaket senaryolarının gerçeğe dönüşmeye başladığının mı habercisi? Nisan’da Kasım’ı ya da Temmuz’da Nisan’ı yaşamak gerçekten de normal mi ?
Yazın başında barajlardaki su yetersizliği ile ilgili haber yapan görsel basın, küresel ısınmanın azılı bir katil gibi boğazımıza yapışıp, intikam için gün saydığı gerçeğini bir kez daha hatırlatmıştı.
Yakın zamanda okuduğum birkaç makaleden sonra içime bir merak düştü ve İstanbul’un barajlarındaki su miktarını araştırmaya başladım.Araştırma verilerinin gerçeği birebir yansıtmasını istediğim için konunun en yetkili ağzının, İSKİ’nin internet sitesindeki istatistiklerini incelemeye koyuldum ve ne yazık ki gerçekler beni korkuttu.
Geçtiğimiz yılın Temmuz ayında İstanbul’daki barajların doluluk oranı %74,71 iken aradan geçen bir yıl ile bu oran oldukça azalmış. Temmuz 2014 rakamları, barajlardaki doluluğun %19,74’e düşmesiyle korkulan senaryonun yakında gerçek olacağına işaret ediyor.
İstanbul’un barajlarında an itibariyle 171.497 milyon m3 su bulunmakta. Bu miktar oldukça fazla görünebilir fakat son 5 ayda harcanan su miktarının 367.651 milyon m3 olması ile İstanbul’un 1 aylık içme suyunun kaldığını hesaplamak çok da zor değil.
Bu istatistiklere rağmen yetkililer 2100’ler, 2200’lere kadar dert görmeyeceği iddiasında. Rahatlıklarının sebebini anlayamamış olsam da “Umarım dedikleri gibi olur” demekten kendimi alıkoyamıyorum.

Peki, tablo bu kadar vahim iken bizler birey olarak ne yapabiliriz?

Başta su olmak üzere kağıt, elektrik, kömür ve doğalgaz tüketiminin ihtiyaç kadar kullanılması, ulaşımda toplu taşıtların kullanılıp egzoz dumanının atmosfere salınmasının önlenmesi; tüketicinin yani bizlerin israftan kaçınarak hem ev bütçesine küçük katkılarda bulunması hem de çevreye duyarlı olduğunu göstererek insanlara örnek davranışlarda bulunması gerekiyor. Bilinçli tüketici olmak atabileceğimiz ilk adım.
Tasarruf kadar önemli bir diğer konu da “Farkındalık Yaratmak”
Ortada bir sorun var ve herkes bu soruna kulaklarını tıkayarak, kendini bu sorundan soyutlamaya çalışıyor. “Benim aldığım küçük önlemler mi dünyayı kurtaracak?” gibi bir yaklaşım da yanlış bir tavır. Soruna “Benim aldığım küçük önlemler” yerine “Bizim toplum olarak aldığımız küçük önlemler” olarak bakmak gerekli. Bu gibi tüm dünyayı etkisi altına alan sorunlarda toplum olarak bilinçlenmenin önemi büyük. Fakat insanların büyük bir kısmı ne denli büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzun farkında değil. Bu konuda insanların bilinçlenmesi ve tasarruf bilincinin aşılanması da en az tasarruf etmek kadar önemli.
Dünya devletlerinin sorunun çözümü için neler yapması gerekir?
Bizler bireyler olarak alabileceğimiz tüm önlemleri almış olsak bile bu sorunun çözümü için yeterli şartlar ne yazık ki sağlanmış olmayacak. Nasıl ki bizim toplum olarak bilinçlenip, birlikte hareket etmemiz gerekiyorsa, dünya devletlerinin de kolektif bir bilinç içinde hareket etmeleri, bu bağlamda öncelikle sorunun büyüklüğünü tespit etmeleri,ayrıca tedbir alınmadığı takdirde dünyada ne gibi felaketlerin yaşanılabilineceğinin araştırılması gerekiyor.
Öncelikli olarak atmosfere salınan sera gazlarının azaltılması hususunda devletlerin protokoller imzalayıp,bir an önce uygulamaya geçmesi, daha sonra da bu bağlamda çeşitli yaptırımlar uygulaması gerekiyor.
***

Kısacası herkesin elini taşın altına koyup, elinden ne gelirse yapması gerekiyor. Unutmamız gereken bir şey var: “Bu dünya bizim ve gidebileceğimiz başka bir dünya yok.” Hem kendimiz için hem de gelecek nesiller için daha yaşanılabilir bir çevre yaratmak mümkün.
Küresel ısınmayla savaşımızı ya hep birlikte çaba gösterip kazanırız ya da onun bizi sinsice ama her geçen gün hızlanarak ele geçirmesine seyirci kalırız.